Samsun Emniyet Teşkilatının Tarihçesi
(1915-1926)
Mevcut siyasi devlet teşekküllerinde ülke savunmasını temin eden iki asli öğe mevcuttur. Bunlardan birincisi dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı ülkeyi savunmakla mükellef olan ordu, ikincisi ise ülkeyi içeriden gelecek tehditlere karşı savunan polis ve jandarma kuvvetleridir. Esasen ikinci unsur ülkenin iç huzurunu savunmakla mükelleftir ve birincisine nazaran daha faaldir. Çünkü ülkenin dış güçlerle barış içerisinde olduğu dönemlerde de iç istikrarı sağlamakla meşguldür. Her türlü asayiş olayı, halkla ilişkileri zedelemeden itinalı bir şekilde çözümlenmeyi bekler. Düşman gizlidir ve halkı kendine kalkan olarak kullanır. Düşmanın kalkanına yönelik bir taarruz aynı zamanda emniyet güçlerinin de prestijini zedeler ve varlığına gölge düşürür. Böylesi durumlarda emniyet mensuplarının akılcı ve uyanık olmaları icap eder.
Ülkelerin dış güçlere yönelik savunmalarında ilk akla gelen ordu ve onun mensupları olmuş, zaferler ve mağlubiyetlerden dolayı hep ordu mensupları tarihçilerin gündemini meşgul etmiştir. Ancak perdenin arkasındaki asıl unsur yani emniyet kuvvetleri ihmal edilmiştir. Harp dönemlerinde emniyet kuvvetleri ordunun üst kademesinin emirlerine paralel olarak hareket ettiklerinden varlıkları gölgede kalmıştır. Çalışmamda bu gölge tarihe bir nebze de olsa ışık tutabilmeyi ümit etmekteyim. Bunun için de 1915'de Çanakkale Harbi esnasında Canik Sancağı'nı çalışma alanı olarak belirlemekte bir sakınca görmedim.
Tanzimat'tan sonra öteden beri mevcut bulunan iç asayişi sağlamakla mükellef birimler yeniden organize edilerek Zaptiye örgütü oluşturuldu. 1846 yılında bu kuruluş yeniden düzenlenerek Zaptiye Müşirliği düzeyine çıkarıldı. 1847'de ise bir polis örgütü, yeni kurulan Zaptiye Nezareti'ne bağlandı. Aynı yıllarda Zaptiye Müşirliği'ne bağlı bulunan Asakir-i Zabtiye de seraskerliğin bir bölümü durumuna getirilerek kırsal bölgelerde jandarmalık yapmakla görevlendirildi. İkinci Meşrutiyetten önce 1907'de çıkarılan yüz altmış yedi maddelik bir polis nizamnamesi, ancak Meşrutiyetten sonra 1909'da uygulamaya konuldu. Kaldırılan Zaptiye Nezareti'nin görevleri, İstanbul Vilayeti'ne bağlı olarak kurulan Emniyeti Umumiye teşkilatına devredildi.1913 yılında çıkarılan ikinci bir yönetmelikle polis örgütünde ıslahat yapılırken, görev ve yetkileri de yeniden belirtildi. İstanbul Emniyeti Umumiye müdürlüğü Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar görevini sürdürdü.
Garp Cephesi Askeri Polis Teşkilâtı çerçevesinde Samsun ve civarında da şubeler açılması düşünülmüştü. Ancak, yörede şubelerin açılması işi Merkez Ordusu zamanında gerçekleştirilebilmişti. 28 Temmuz 1920'de yapılan planlamaya göre bölgenin merkezi Suluova'dır. Diğer şubeler ise Bafra, Çarşamba, Amasya ve Havza'da kurulacaktı. Kurulacak olan Askeri Polis Teşkilatı'nın yönetici kadrosu subaylardır.Teşkilatın üst düzey kadrosu içerisinde polis ve komiserlerin de bulunuşu bize, asker polis ittifakıyla oluşturup Samsun kırsalında faaliyet gösteren bir kurumun varlığına işaret eder.
A- Canik Merkez Polis Teşkilatı:
Samsun ve civarında polis teşkilatına dair ulaşabildiğimiz en eski tarihli bilgi 1896 yılına ait olanıdır. 1896-7 yılında Tokat yöresinde kendini hissettiren Ermeni ayaklanması Sivas'ta muhtemel bir iç isyanın sinyallerini vermekteydi. Sivas Vilayeti'nin Canik Sancağı'na yakın kazalarında çıkması muhtemel isyana destek vermek için, Samsun'daki Ermenilerden asker temin etme gayretleri mevcuttu. 1896'da Ünye'den Samsun'a gelen Stefan isimli Ermeni, Sivas'ta yapmayı planladıkları isyan için gönüllü toplamakta olduğunu köylülere söylemişti. Köylülerin polis merkezine yaptıkları ihbar neticesinde Canik Polis Komiseri ile bir zabit ve yeteri kadar zaptiye konu ile ilgili olarak, Mutasarrıf tarafından, tahkikat yapmakla görevlendirilmişlerdi.
1906-1907 tarihlerinde Canik Polis Dairesi olarak nitelendirilen teşkilat dört idari amir ve sekiz adet polis memurundan müteşekkildi. Serkomiser Salih Kemal Efendi, İkinci sınıf komiserlerden Murat Bey, Üçüncü Sınıf Komiserlerden Osman Nuri Efendi ve yine Üçüncü Sınıf Komiserlerden Mehmed Emin Efendi yörede asayişi kontrol yönünde hizmet vermekteydiler. Bu tarihlerde Canik Sancağı'na bağlı bulunan Kavak, Alaçam, Karakuş nahiyeleri ve Bafra, Çarşamba, Terme, Ünye ile Fatsa kazalarındaki asayişi temin faaliyetlerini jandarma birlikleri yerine getirmekteydi.
Canik merkezi olan Samsun'da hizmet veren polis merkezi sonradan Bafra'da da bir şube açarak etki sahasını genişletmişti. 1915 tarihinde çarşı ve mahallelerde görev yapan bekçi adedinin yetersiz olduğu anlaşılmış ve on altı mahalle, üç çarşı bekçisine ilaveten bir bekçi başı ve on sekiz bekçi neferi daha hizmete alınmıştı. Esasen, fakir durumda ve aile fertleri askerde olanlardan alınan bekçiler yöre halkına da ekonomik bir katkı oluşturma çabasının bir sonucuydu.1917 tarihinde Canik Sancağı Polis Merkezi Serkomiserliği'nde on adet idari memur görev yaparken elli bir adet de polis memuru görev yapmaktaydı. Birinci Dünya Harbi esnasında iç asayiş olaylarının kabarıklığı mıdır yoksa iç asayişi kaos ortamında daha iyi kontrol etmek için midir bilinmez ama polis teşkilatının mevcudu hususunda reel bir artıştan söz etmek mümkündür.
Polis teşkilatında yer alan rütbelerde de bir değişiklik söz konusudur. 1906'da ser komiser, ikinci, üçüncü sınıf komiser rütbeleri yerine 1917'de ser komiser, ikinci komiser, komiser muavini gibi rütbeler teşekkül ettirilmiştir. Bunun sebebi ise 1914'de Emniyet-i Umumiye Müdüriyeti'nce yayınlanan Polis Nizamnamesi gereğince üçüncü sınıf polis komiserliklerinin lağvedilmiş olmasıdır. Üçüncü sınıf komiserlik mevkiinde bulunanlar diğer vilayetlerde bulunan ikinci komiser kadrolarına nakledilmeleri karara bağlanmış ve böylelikle atıl vaziyette bulundurulan kadrolar faal hale getirilmiştir. İstanbul'da üçüncü sınıf komiserliğin bulunmayışı ve bu mevkinin yalnızca taşrada mevcudiyeti kadro hususunda taşra polis merkezlerinde bir takım sıkıntıların mevcudiyetini belirginleştirmektedir. Polis teşkilatı içerisinde süvari ve piyade polislerinin mevcudiyetine de rastlamaktayız. Süvari polisleri normal maaşlarının yanı sıra atlarının bakımını yapmak üzere ayrı yeten yem bedeli de alıyorlardı.1915 yılında harp hali devam ettiği müddetçe Kır Bekçileri'nin on yedi ile altmış beş yaşları arasında bekçi olarak istihdam edilmeleri yönünde mecliste bir kanun layihası da ele alınmıştı.
1.Polislerin Eğitimi:
Asayiş hizmeti veren polisler devrin eğitim imkanlarından da yararlanmaktaydılar. Dersaadet Polis Mektebi'nde 1912-1913 tarihleri arasında verilen bir Şehâdetname'den (Diploma) Polis Okulunun sekiz devre yani dört sene olduğunu öğrenmekteyiz. Ayrıca İstanbul'da bulunan bu okulda okutulan dersleri şu şekilde sıralamak mümkündür : Kavanin, Tatbikat ve Kitabet, Polis Nizamnamesi, Hıfz ül Sıhha ve Müdavat-ı Evveliye, Terbiye-i Meslekiye ve Bedeniyye, Kuruni, İlm-ü Telgraf, İlm-ü Fotoğraf. Fotoğraf Muallimi Corci'nin de hizmet verebildiği İstanbul Polis Mektebi'nde okutulan dersler devrin modern eğitiminin tüm gereklerini bünyesinde bulundurmaktaydı. Dahiliye Nezareti'ne bağlı bulunan okulda hüsn-ü hal ve hareket ile mesleğe uygunluk ve kabiliyetine yönelik notlar ise diğerlerinden önce gelmekte idi.
2.Polis Kıyafeti:
Polis ve bekçi memurları silah taşımakta ve kendi sınıflarını sivil halktan farklı kılacak bir kılık kıyafete sahip idiler. Kahve renkli elbiselerin hakim olduğu kıyafetlerinde geniş bakır tokalı ve üzerinde yıldız kakmalı deri bir kemerin bulunduğu polis ve bekçi memurları başlarına giydikleri siperli kepleriyle güvenlik hizmeti veren diğer meslektaşlarından ayrılmakta idiler. Yalnızca komiser sınıfına dahil olanlar siyah renkli uzun redingot çizmeler giyebilmekte ve keplerinde bulunan yıldız adedi rütbelerine göre fazlalaşmaktaydı. Polis memurlarının hepsi de deri bir tabanca kabzalığı ve şarjörlü bir tabanca bulundurmaktaydılar.
3.Canik'de Polis ve Asayiş:
Polis memurlarının asayişi temin etme açısından takip etmekle mükellef tutuldukları suç türlerinin adedi elli dokuz idi. Genel itibariyle, cinayet, hırsızlık, insan kaçırma, toplumun ekonomik, sıhhi, ahlaki, güvenlik düzenini bozmaya yönelik suçlar ve idari yapıyı tehdit eden suçlar ile görevi suiistimal suçları polisin başlıca uğraşı alanını oluşturuyordu. Bu dönemde siyasi nitelikli suçlar da mevcut idi. Mesela "devletin emniyet-i hariciyesini ihlal", "devletin emniyet-i dahiliyesini ihlal" ve "imtiyazat-ı mezhebiyye taarruz" suçları bu türdendi. Matbaa’larda devlet aleyhtarı yayınların basımı, pasaport sahtekarlıkları ve kalb para basımının yanı sıra çocuk aldırma suçları da dönemin suç listesinde polisi alakadar ediyordu. Şehirde çıkan yangın ve deniz kazaları da polis teşkilatının ilgilendiği konulardı. Yörede zaman zaman ekonomik bunalım ve harbin beraberinde getirdiği bunalım neticesinde meydana gelen intihar vakaları da polisin sorumluluğu altındaydı. Harb yıllarında halkın elinde bulunan silahların toplanarak askeri fırkalara teslimi işi ile de polis ilgilenmekteydi.
Polis teşkilatının ilgilendiği suç türleri bir hayli kabarıktı ve elindeki personel mevcudu geniş bir bölgeyi kontrol için yeterli değildi. Buna rağmen suçların takibinde, olayların tespiti ve aydınlatılmasında başarılı olunmaktaydı. Faili meçhul olaylar ve firarda olan suçlular elbette mevcuttu. Ancak, harp yıllarında teşkilatın gösterdiği başarı takdire şayan bir durumdaydı. Fikir suçları kapsamına giren suçlar hususunda hiç bir olayın polis kayıtlarında yer almayışı polisin halka karşı duyarlı olduğu ve gereksiz yere insanları fikirlerinden ötürü rahatsız ederek toplumu provake etmekten çekindiği kanaatini uyandırmaktadır.
Canik'de suçların büyük çoğunluğu hırsızlık, cinayet, yaralama, sarhoşluk ve kız kaçırma şeklindeydi. 1916 senesi Şubat ayında meydana gelen altmış olayda yetmiş dokuz suçlu tutuklanmış ancak on iki suçlu ise kaçmayı başarabilmişti. Yine aynı dönemde iki faili meçhul olayın mevcudiyeti de istatistiklerde belirtilmişti. Ocak 1915'de kırk bir adliye vakasından dördü aydınlatılamamıştı. Yetmiş bir suçlu tutuklanabilmiş ancak üç suçlu kaçmıştı. Şubat 1915'de meydana gelen olaylarda altmış dokuz kişi tutuklanmış üç kişi firar etmişti. Mart 1915'de ise meydana gelen seksen bir olayda yüz on beş kişi tutuklanmış ancak on kişi kaçabilmişti. Suçların büyük çoğunluğu gıda teminine yönelik hırsızlık olayları ile mahalle kavgalarından ibaretti. 1915 Haziran ayında cereyan eden elli olayda iki faili meçhul vardı ve altmış dört suçlu yakalanırken on bir suçlu firar etmişti. Kasım 1915'de altmış sekiz kişi tutuklanırken yalnızca iki kişi kaçabilmişti. Aralık 1915'de ise yetmiş üç kişi tutuklanmış otuz dört kişi kaçmış ve iki faili meçhul olayla karşılaşılmıştı. 1915 yılının Haziran ve Temmuz aylarında Rus harb gemilerinin Samsun ve civarında bulunan Terme, Çarşamba, Ünye ve Fatsa kazalarını bombardımana tutması yöredeki sıkıntıyı bir kat daha arttırmıştı. Bu bombardıman esnasında Kılıç dede Mahallesi'nde oturmakta bulunan Komiser Muavini Seyyid Efendinin de evi zarar görmüştü. Bombardımana tabi tutulan şehir merkezi ve kazalarda mağaza ve dükkanların yağmalanması gibi elim bir hadiseye rastlanılmamıştır. Bu durum yöredeki asayişi sağlamakla mükellef emniyet görevlilerinin tedbirli davrandıklarına delalet eder.
Birinci Dünya Harbi esnasında Trabzon ve civarındaki yörelerin Ruslarca tehdit edilmesi ile birlikte birçok göçmen daha emniyetli gördükleri Samsun'a göçmekteydiler.Ocak-Şubat 1915'de Trabzon'un Rus harb gemilerince bombalanması kadın ve çocukların da göç etmelerine sebebiyet verdi. Esasen Birinci Dünya Harbi'nden önce de istikrarsızlık nedeniyle Balkanlar, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz'den göçen aileler mevcuttu ve bu ailelerin kız çocukları Samsun Merkez İnas Mektebi'nde eğitime başlamışlardı. Mektebin ilk açıldığı yıllarda halkın tepkisi ile karşılaşılmış ancak idari erkan kız çocuklarını buraya kayıt ettirerek bir cehalet örneğine engel olmuşlardı. Kız çocuklarının önünü kesip onları rahatsız eden mahalle kabadayıları da tabi ki emniyet görevlilerinden gerekli cevabı almaktaydılar. Nede olsa Yüzbaşının kızı da bu okulda kayıtlıydı.
1915-1916 yılarında Samsun yöresinde belirginlik kazanan Rum silahlı mücadelesi Türk polis ve jandarmasının etkin çalışmaları sayesinde ileri gitmeden durdurulabilmişti. 1916 yılında Rumlar Rusya'dan temin ettikleri iki bin adet tüfengi Samsun kıyılarına çıkarırken enselenirler. Bu tarihlerde Vasil Usta'nın Sivas, Niksar, Tokat ve Reşadiye yörelerinde temin ettiği gönüllüler için gönderilen tüfenkler Taflan'da Türk emniyet güçleri tarafından ele geçirilir. Bir yıl içerisinde toplam iki parti silah ve cephanenin Türklerce ele geçirilmiş olması Rumların arasından bir sızmanın olduğunu gösterir. Bu tür bilgileri yabana atmayan emniyet güçleri ise gerekli tedbiri zamanında alarak daha büyük çaplı olayların oluşumuna engel olmuşlardır.
Polis suç istatistiklerinden tespit edebildiğimiz bir diğer husus da suçluların medeni hallerini gösterir bilgilerdi. Suçlu eğer aile reisi ise kaç çocuğu olduğu da istatistiklerde yerini almıştı. 1915 senesinde Canik Sancağı Polis memurlarından Hüseyin Muharrem ve Mehmed Nuri Efendi yörelerindeki asayişi teminde gösterdikleri başarılarından ötürü künye ve fotoğrafları ile birlikte Polis Mecmuası'nda övgüye layık bulunmuşlardı. Bu durum Birinci Dünya Harbi esnasında Canik Merkez Polis teşkilatının yöre asayişini teminde gösterdiği başarının bir ifadesi olsa gerek.
4.Polis ve Mali Durumu:
Polisin 1913-1915 yıllarındaki mali durumu incelendiğinde ekonomik açıdan lüks bir hayat yaşamadıklarını belirlemek mümkün. Ancak yine de polisin eline geçen aylık beş yüz kuruş ve bekçinin aldığı aylık dört yüz kuruş dönemin şartları içerisinde küçümsenecek bir meblağ değildi. Örneğin, 1913 yılında lüks bir gıda tüketim maddesi olan taze yumurtanın fiyatı en pahalı olduğu dönemde otuz yedi paradan (40 para=1 Kuruş) alıcı bulmaktaydı . Ancak, harb yılları ve şehrin nüfusunu sürekli kabartan göçmenler nedeniyle fiyatlar artış göstermekteydi. Canik Livası'nda 1917'lerde mısır ekmeğinin okkası yirmi kuruşa, buğday ekmeğininki ise otuz iki kuruş, otuz beş paraya yükselmişti.
Ülke genelinde bulunan toplam üç bin iki yüz polisin bütçeye yüklediği külfet de diğer harcama miktarlarına nispetle daha sınırlıydı. Örneğin 1911 bütçesinde yalnızca Orduyu Hümayun için imal edilecek mühimmat-ı muhtelife-i harbiyye ve saire masrafı olarak üç milyon dört yüz on dokuz bin dört yüz kuruş tahsis edilmişti.Ne var ki, Emniyet-i Umumiye, Müdüriyet-i Umumiye sinin 1914 yılında talep ettiği senelik iki yüz kırk dokuz bin beş yüz kuruşluk bütçesi 1915 yılının Ocak ayında tahsil edilebilmiştir. Ancak, bu bütçeye sonradan yüz elli iki bin dokuz yüz beş kuruş daha ilave edilmesi talep edildi. Gerekçe olarak da bazı bölgelere yeni inşa edilen karakol binaları ve taşra karakollarında ihtiyaç duyulan yakılacak petrolün bedeli gösterilmişti. İstanbul'da kışın sert olmaması nedeniyle meclis üyeleri taşra karakollarının ihtiyaç duyduğu altmış bin kuruşluk yakacak bedelini ödemede çekingen hareket etmekteydiler. Emniyet-i Umumiye Muhasebecisi Ferit Bey meclis üyelerini petrolün, odun ve kömürün fiyatı hususunda zorla ikna edebilmiş ve taşra karakolları için ek bir bütçe tahsis ettirebilmişdi. Yirmi bin kuruş ise hudut haricine çıkarılacak tebaa için istenilmekte idi. Anlaşılan, sürgünlerin araba ücretleri tahmin edilenin ötesinde bir ek masrafı bütçeye yüklemişti.
1915'te gazetelerde yer alan bir ilandan, önceleri zaptiye efradı olarak görev yaptıktan sonra emekli olan polis memurlarının yeniden ordunun hizmetine alındıkları anlaşılmaktadır. Henüz silah altına alınmamış olan emeklilerin Eşya-yı Askeriye Şirketi'nce Tütün Bayiliği ya da bakkallık işlerinde yeterli derecede bir maaşla istihdam edilecekleri belirtilmekteydi. İlanda ilgilenenlerin Yeni Posta hane karşısındaki Hamidiye Türbesi'nde Eşya-yı Askeriyye Anonim Ticaret Şirketi'ne müracaat edebilecekleri kaydı yer almıştı. 1915'lerde cereyan eden harpler nedeniyle emekli polis memurlarına da rahat yoktu Dersaadet'de olanlar şanslıydı. Çünkü, ordunun lojistik ihtiyacı doğrultusunda iş güç sahibi olabiliyor ve ailelerine az da olsa ekonomik bir katkıda bulunabiliyorlardı.
Polis memurunun ekonomik durumu kronolojik açıdan mukayeseli olarak incelendiğinde maaşına belirli aralıklarla zam aldığını kaydedebiliriz. Mesela 1844'de ki ismiyle bir piyade zaptiye erinin eline yiyecek bedeli ile birlikte ayda 60-70 kuruş bazen de 80 kuruş geçmekteydi. 1844'den 1915 yılına kadar olan yetmiş bir yıllık süre zarfında % 600'ün üzerinde bir maaş artışından söz etmek kabildir. Aynı oranda enflasyondan da bahsetmekte bir beis yok. Ancak 1915'de takribi beş yüz kuruş maaş alan bir polisin de bu miktarda bir aylığa ulaşmak için Kırım Harbi (1856), 93 Harbi (1876), 1890'lardaki Türk-Yunan Harbi ve iç isyanlar, 1908'deki ihtilaller ve nihayet 1914 Cihan Harbi gibi zorluklara göğüs germiş olması gerekiyordu. Yukarıdaki listeye yeni ilaveler yapmak mümkün. Lakin ortada bir gerçek vardı o da ; enflasyonun başlıca sebebinin iç ve dış harplerden kaynaklandığı gerçeğiydi.
5.Canik'de Polis Karakolu:
Canik Polis Merkezi önceleri ahşap iki katlı bir binada idi. Çarşı mahallesi adı verilen bölgedeki bu karakol Rum Mübadillerin Yunanistan'a göçmeleri ile birlikte 1924 yılında Rumlardan boşalan tek katlı bir kagir binaya nakledilmişti. 1924 yılında Drama, Kavala, Sarı Şaban ve Midilli'den gelen Türk muhacirler Samsun'da bulunan Rumların evlerine iskan edilmişlerdi. Bu iskan işlemi ise polis konrolü altında yapılmıştı. Reşadiye, Cedid, Bahariye mahallelerinde bulunan Rumlara ait pek çok bina muhacirlere tahsis edilmiş, Rumlardan kalan okul, kilise gibi binalar da resmi ya da sağlık kuruluşlarının kullanımına verilmişti. Bafra'da da 1915 yılında bir polis karakolundan bahsetmek mümkündür.
Canik Sancağı Merkez Polis Teşkilatı 1926'da Samsun Polis Müdiriyeti olarak adlandırılmaktadır. Bu isim değişikliğini, Komiser Muavini Said Efendinin 1927'lerde liyakatle verdiği görevinden ötürü Polis Müdürü'nden aldığı takdirnamelerden anlamaktayız.
Sonuç :
1915 yıllarında Çanakkale Harbi Gelibolu'da bütün şiddetiyle devam ederken Canik Sancağı'nda yöre halkının emniyeti jandarma ve polis teşkilatına bırakılmış idi. Her iki teşkilatında yörede asayişi teminde aktif olarak görev başında oldukları ve yöre halkının kozmopolit görünümüne rağmen asayişi muhafaza edebildiklerini zikredebiliriz. Çanakkale Harbi esnasında ecnebilere karşı amansız bir mücadele verilmekteydi. Lakin, Osmanlı Ordusu'nun en büyük müttefiki yine bir ecnebi devlet idi. Bu yüzdendir ki, gayr-ı müslümlere yönelik müdahaleler asayişi zedeleyenlere yönelik olarak sınırlı kalmakta idi. 1915'de Fransız, İngiliz, Anzak ve Gurka birlikleri ile donatılmış düşman saflarında çoğunlukla Yunan gönüllülerin mevcudiyeti bu savaş esnasında esir düşen askerlerin arasında bulunan Rumların mevcudiyetinden anlaşılmaktaydı. Eğer gayr-ı müslüm halka yönelik bir sindirme politikası takip edilmiş olunsa idi hedef unsurun Rumlar olması icap ederdi. Ancak, 1919 yılını müteakip dönemlerde dahi Canik Sancağı'nda Rum nüfusun mevcudiyetini muhafaza ettiriyor olması geniş çaplı bir müdahalenin en azından 1919 öncesi olmadığı savını da kuvvetlendirmektedir.
1919 yılında anlaşmalar doğrultusunda Samsun'a gelen İngiliz hizmetindeki Hint askerlerinin sayısı yüzlerle ifade edilmekteydi. Doğal olarak bu miktardaki askeri birliklerin Canik Bölgesini kontrol edebilmeleri mümkün değildi. Yörede faaliyet gösteren Rum Çeteciler ise İngilizlerin Kafkaslardan Samsun'a yönlendirdikleri takviye Rum halkla artırılmaya çalışılıyordu. Lâkin, kaderin garip bir cilvesi yöredeki Rum mevcudiyetini 1856'lardan beri destekleyen Rusya 1918'de Giresun'a kadar işgal ettiği topraklardaki önemli oranda bir Türk nüfusunun Samsun'a kaymasına neden olarak, nüfus oranlarının gayr-ı müslümlerin aleyhine değişimine neden olmuştu.
Sevr anlaşmasının yedinci maddesinde belirtildiği üzere asayişi zedeleyici olaylar abartılı olarak ele alınıyor ve bir işgal için bahane aranıyordu. Ancak, işgali kim gerçekleştirecekti ? İstanbul'da tarihi emelleri olubda onu İngilizlere kaptıran Ruslara bir sus payı olarak Samsun teslim mi edilecekti ? Yoksa, İstanbul'a doğru olan Karadeniz kıyı şeridinde etkinliğini sürekli artıran Rus ilerleyişini endişe ile takip eden İngiltere mi ? Güçler dengesinin ne olduğunu kestirmek güç. Ancak bir gerçek vardı o da Mustafa Kemal Paşa'nın Nutuk’ta belirttiği gibi gayr-ı müslümlerin Samsun'da ki durumlarından endişe edilmekte olduğu gerçeğiydi. Türklerin ezildiği noktalarda kılını kıpırdatmayan işgal güçleri söz konusu olan gayr-ı müslümlerin emniyeti olduğunda pür dikkat kesilmekte idiler. Mustafa Kemal Paşa Samsun'da ki gayr-ı müslümlerin huzurlarının temini yönünde ya da Anadolu'da ki Türklerin yaşam mücadelesi arasında bir seçim yapmak zorundaydı. O'nun seçimi 1918-1923 arasında devletsiz kalan bir halkın yeni liderini de belirleyecekti. Samsun'da ise Türkler duruma hakimdiler ve Mustafa Kemal'in bu yöreyi yöre emniyet güçlerine teslim ederek tüm Anadolu'nun kurtuluşunu başlatma hususunda vicdanı hürdü.
* Prof..Dr. Mehmet Yavuz Erler